25 Mart 2010 Perşembe

TELSİZ TEKNİSYENİ OLMAK

Askerlik hatıralarına devam ediyoruz. Dört ay acemilik bitti, derken bir dört ay acemilik daha başladı. Burası Teknisyen Bölüğü. Burayı bitirenler Çavuş olmakla kalmaz, meslek sahibi olurlar. Bölümleri:Foto,İkmaluzman,Teknik ressam,Yüksek hız, Telsiz teknisyen,Antrak-kramportör. Sadece telsiz teknisyen takımına sınavla alıyorlar. Yapılan sınavda üçüncü olmuşum. Modern Çarşıda gördüğüm radyo telsiz teknisyenliği kursu işe yaradı.

Elektrik esasları,Atelyecilik,Elektronik esasları üzerine dersler başladı. Bunları ayrıntılı yazmamın sebebi, dağıtım olmaktan korkuyorum, birinci olursam kura çekmeyeceğim, kendi vilayetim hariç istediğim yere verecekler. Elektrik esaslarında sanat okulu elektrik bölümü mezunları 100 alırken ben 85 alabildim. Ders süresi 15 gündü. ikinci hafta yine onlar yüz aldı ben 85.

Elektronik esaslarına geçince ben 100, arkadaşlar 90-95 alıyorlardı. Toplam atelyecilikle birlikte 16 yazılı sınav, bir de sözlü sınav olduk. Listelerin asılmasıyla genel ortalamamızı, istek hakkına gidip gidemeyeceğimizi öğreneceğiz. Tesadüf bu ya, başa güreşen arkadaşların hepsinin soyadı A ile başlıyor, Albuz ,Alakuş gibi.

Her gün bakıyoruz listeler asılmamış, derken haber geldi. Bir arkadaş birinci, Celal Alakuş. İkinci falanca, üçüncü falanca. Beni söylemedi. ilk üçte yokum, şok oldum. Kendime geldiğimde, bir bakayım şu listeye kaç puanla kaçırmışım istek hakkını, dedim. Listeye isimler tarafından baktım, dördüncüyüm. Notuma baktım, 98. diğerlerinin daha az. Heyecanlandım. Listenin soyadı sırasına göre yapıldığını anladım, birinciyim. Daha önceden isteyeceğim şehiri belirlemişim, ver elini Çankırı diyorum içimden.

Dağıtım günü kuralar çekiliyor, sıra bana geldi. Karşımda masa etrafına dizelenmiş subay, astsubay ve yazıcı erlerden oluşan dağıtım komisyonu. Komisyon başkanı subay, iste bakalım, dedi. Çankırı deyince hopladı, Antalya'yı gördün mü, hayır komutanım, İzmir'i gördün mü? Hayır. Ne var Çankırıda? Seni bir yere vereceğim kademe (Askeri tamirhane) denize bakıyor denize gir çık işine bak. Ben Çankırı'yı istiyorum.

Düşünmen için sana beş dakika veriyorum. Çağırdı beni, neden Çankırı, dedi. Orada babam görev yaptı, ben orada ilkokulda okudum, dedim. Çaresiz imzaladı...

Kurslarda yeterli notu alanlar, gittikleri yerde boş kadro varsa çavuş rütbesi takarlar. Kurslarda yeterli puanı tutturamayanlar Kurmay Onbaşı olarak kalırlar. Muhaberede yazı tura onbaşısı yoktur. Tabii 50 yıl önce öyleydi.

Hafta iznine Köstence'ye gittiğimi, ben gidemesem Abimin, yengemin, çocukların beni ziyarete geldiğini de yazmam lazım.
Şu anonsu hiç unutmam; Mamak nizamiyesine ziyaretçisi gelen erler...Zonguldaklı Zeki Albuz ... ve devam eder ülkenin dört bir yanından gelenlerin askerdeki yakınlarını çagırmaları.

24 Mart 2010 Çarşamba

ASKERLİK ANILARIM

En çekilmeyen bir şey varsa arkadaşının askerlik anılarını anlatmasıdır. Hatta bizim zamanımızda buna anı denmez, askerlik hatıraları denirdi. Hatırda kalanlar anlamında. Birisi anlatmaya başlarsa diğerleri hep dinleyecek değil ya, onlar da anlatırlardı en ince ayrıntılarına kadar. Ben de size askerlikten hatırımda kalan anılarımı anlatarak çekilmez olmak istiyorum.(1983 yıllarından buyana doğu ve güneydoğu bölgelerimizde bizzat görev yapan askerlerimizin anlatacakları başlarından geçen olayları, çekilmezlik kapsamı dışında tutuyoruz.)Yine bizim zamanımızda askerliğe Vatani Görev denirdi.Bu görevi yapmak kutsaldı.

Askere sevk için askerlik şubesine gittik. Mamak Muhabere Okulunda 28.7.1967 tarihinde hazır olacağım.

Mamak Muhabere Okulu Nizamiyesinde Mehmetçik Gazinosunda çaylar içiliyor. Recep Abim, Yengem (Feride) beni teslim edecekler. Amcamın oğlu Zühtü Muhabere okulunda çavuş, gelip beni alıp götürecek. Zühtü geldi, hoşbeşten sonra vedalaşma ,yarı ağlama. Beni aldı, kayıt kabulde kendi bölüğüne yazdırdı. Elbiseleri aldık çuval gibi, askerlik bir demiş oldu.

İlk vukuatım daha ilk günü yemekhanede oldu. Masa başına oturmuşum, yemek dağıtılıyor, tabağı uzattım, yemeğimi doldurdular önüme koydum. Tam yiyecektim enseme bir tokat geldi Doldurulan tabağı ileri uzatacakmışım, en son kendime alacakmışım. Bu tokattan sonra yemekhaneye girmiyorum, kantinden birşeyler alıp yiyorum. Üç gün geçti akşam üzeri sactan yapılmış koğuşların arasında bizleri topladılar, çavuşun biri kim bu Zeki Albuz, çıksın, dedi. Birincide çıkmadım, ikincide beni çağırdıklarından emin olarak çıktım. Lan sen dayı mısın bulaşıkta sabah yoksun öğle yoksun akşam yoksun.

Paçayı soyadından yırttık herhalde. Ben yemekhaneye gitmeyen bulaşık yıkamaz zannediyordum. Madem bulaşık yıkayacağım, o zaman yemekhaneden yerim dedim.

İkinci vukuatım yemin merasiminden sonra oldu. Bizlere nöbet yazmışlar. Bizden bir ay önce gelenler(Devre kaybı)Devriye, biz nöbetçiyiz. Devriye Konyalı bir arkadaş beni eğitim çadırına bıraktı. Çadırda kazma kürekler var. Bana uyumamamı tembih etti, seni deneyeceğim bir şey çalarsam komutana teslim ederim. Ben gelsem bile parola ve işaretini soracaksın, hatta birinci takım çavuşu kim gibi sorular da sorabilirsin. Arkadaşım ben uyumam burası çok karanlık ben gece iyi göremem sakın ha bir şey çalma rica ediyorum. Çadırın etrafı açık döne döne nöbet tutuyorum fakat bir şey görülmüyor. İki üç dakika hareketsiz durup birden zıplayıp arkaya dönerek, davranma, diyorum, ses yok. Böyle bir saat geçmiştir. Aniden geriye dönerek kıpırdama, dedim. Tamam bravo, yakaladın, dedi ama ben yine görmüyorum. Yanıma yakın çağırıp durdurdum, ellerini havaya kaldırttım, parolayı bildi, işaretini bildi, ikinci takım çavuşunun soyadını yanlış söyledi. Bir aylık bile olmamış bir askerim
, adamı biraz hırpalayıp teslim aldım. Kelepçe olsa takacağım kaçmasın diye. Bir süre sonra, beni bırakmazsan sen de değişemezsin, diğer nöbetçiler de değişemez dedi. Bıraktım gitti.

Yarınki gün Zühtü, sen ne yaptın devriyeye? adamı hırpalamışsın, olmaz, kabahat bende, sana öğretmedim, devriye nedir nöbetçi nedir, bir daha sakın olmasın dedi.
Konyalı arkadaş bana darılmadı. Bu olaydan sonra onu kantine aldılar. Bana kimse bir şey sormadı, görevimin yetkileri fazlaymış herhalde.

Yaz sona ermiş, dört ay acemi eğitiminden sonra Teknisyen'e gideceğiz. Sobalar yanıyor, soba nöbetçisiyim. Sobanın üzerinde Şakir Zümre Zonguldak yazıyor. Bunun dilinden anlarım dedim, sobayı hemşehrim diyerek bir tavladım, kızardı. O sırada nöbetçi subayı geldi, kim bu soba nöbetçisi sen misin dedi, evet komutanım, dedim. Kulağımdan tutup benim yüzümü sobaya yaklaştırdı uzaklaştırdı, yanıyorum arkadaş ne yanma..Sen bunun kızartılmayacağını, kapaklarının açılmayacağını bilmiyor musun, dedi. Kulağımı henüz bırakmış değil, bunu da üçüncü vukuat olarak geçelim. 24 aylık askerliğin dört ayı gitti. Bütün bu yazdıklarım 50 yıl öncesinin askerliği şimdikiyle ilgisi yok diğer bölümleri gelecek yazımda...

9 Mart 2010 Salı

SESLENME SANATI

Ortaokulda Türkçe dersinde başarılıydım, karnemde 10 olduğu bile olmuştu. Sınıfta oturduğum yer en arkalarda olduğu için Türkçe hocamız Dicle Hanım beni en ön sıraya , iki kızın yanına oturtmak istedi,yok hocam burada iyiyim dediysem de kızların yanına oturttu. Bundan böyle Türkçe derslerinde yerin burası dedi. Fakat kızların yanında oturmak bana yaramadı. Arkadaşların gözünün üzerimde olması laf atmaları seslenme yeteneğimi eskiye oranla bozdu.

Girişte anlattıklarım Karabük'te oluyor.Sınıf geçmek, mezun olmak için Türkçe yeterli olmadığından tasdikname aldım. Üç dersi ne zaman verirsem diplomayı o zaman alabilirdim.Askerlik dönüşü orta bitirme sınavına Devrek'te girdim. Yönetmeliğin eskisine göre mi yenisine göre mi sınava girmem gerektiği bilinemediğinden, derslerin hepsinden sınava girdim.(Tarım ve İş bilgisi dahil)

Türkçe sınavında bir kompozisyon vardı, yazdım: diğer soruları da cevapladım. Bir hafta sonra Matematik sınavında gözlemci öğretmenin biri yanımda dikilerek "Türkçeden yazdığın yazı gerçekmiydi" diye sordu. Hayır, hayal ürünü dedim gitti. Demek adam etkilenmiş.İşte beni derinden etkileyen hayal ürünü olmasını çok istediğim gerçek bir olayı anlatayım sizlere.

Gölcük Güllü Bahçede mahkeme günü gelse diye bekliyoruz. Bizim gibi bekleyen çok. Mahkeme tek değil (ileriki günlerde koğuştaki konuşmalar arasında sizin davaya kim bakıyor, sorusu çok sorulurdu). Bu sıralarda koğuşa yeni gelenler oldu. Gelenler arasında Tuzla piyade okulundan Teğmenken ayrılmış veya görevine son verilmiş Ömer isminde (Soyadını vermiyorum)bir arkadaş da vardı. Tabii ismini sonradan öğreniyorsunuz. Ömer çok yakışıklı bir delikanlıydı. Bir keresinde havalandırma saatinde bahçede futbol maçında karşı karşıya geldik. Top ortada, Ömerle aynı anda topu sökmek için ayak koyduk, topu sökemedi yere yüzüstü düştü. Özür diledim. Kendisinden kaynaklandığını söyledi.

Ömerler hergün mahkemeye gidiyorlardı onbeş yirmi günde haklarında karar verildi. Karar: İDAM.

Karardan sonra da koğuşta birlikte kaldık. Siyasi görüş olarak kollektif sol olduğunu söylemişti. Bu görüşü ilk orada duymuştum.

Cezaevi yöneticileri koğuşa geldi, Ömer'e hazırlanmasını söylediler. Bana baygınlık gelecek gibi oldu, asmaya götürüyorlar zannettim. Önce hücreye alacaklarmış,infaz günü hücreden alıp asacaklar.

Ömer gayet soğukkanlı bir şekilde, gitmeden önce yemek masasının üzerine çıkarak bir hitapta bulundu (sesleniş). Öz olarak beni ortadan kaldırmak hiç bir işe yaramaz, fikirlerimizi ortadan kaldıramazsınız, dedi. Gerisi veda niteliğindeydi.

O gün bu gündür iyi hatipmiş güzel konuşuyormuş dedikleri adamların hiç birinin ne dediği aklımda bile kalmaz, önemsemem de.Bu sesleniş(Hitabet)unutulmayacak bir yer tuttu beynimde. Keşke idam cezaları olmasaydı...

Ben çıktıktan kısa bir süre sonra Hürriyet gazetesinin baş sayfasında iri puntolarla ÖMER ...... idam edilmişti haberi vardı.