23 Mayıs 2010 Pazar

ON YILLIK İSYANIM

Güzel toparlayabilirsem sizlere önemli şeyler söylemek istiyorum.

"Kerbela'yı bilmeden nasıl ki İran devrimini anlayamazsak,12 Eylül'ü bilmeden bu gün için neler olduğunu anlayamayız" diye başlayan ilçe kongresindeki sözlerim devam ediyor.Söz parti yönetimine doğru gelirken,divan başkanı, gündeme gel diye ikaz ediyor.Gündem bu değilse nedir? diyorum.Bu müdaheleler yüzünden sinirleniyorum, konuşmak istediklerimin sırasını bozuyorum.Belki de Türkiyede ilk defa yazılı olmayan kongre gündem maddesi icat ediliyor, film ve slayt gösterileri, parti değiştiren döneklere plaket verme törenleri yapılıyor. Faaliyet raporunu eleştirmeye zaman kalmıyor. Zaten rapor, genel başkana bağlılık ve yapılan ihraçların faaliyet olarak sunulması. Müdahaleler arasında konuşmamı sürdürmeye çalışıyorum. Oturduğu yerden bir delege laf atıyor, "Uzattın, bizim konuşma süremizi gasp ediyorsun". Bunu diyen vatandaş SHP zamanında İl Genel meclisi adaylığı için ön seçimde benimle yarışmış, ben birinci olurken o ikinci olmuş, buna kızıp başka partilere gitmiş oralarda bir yerlere gelmek istemiş, olmayınca ön seçim yapmayan CHP'ye geri gelmiş birisi. Plaketini almış onurlandırılmış. Otur yerine ben senin gibi döneklikten plaket almadım, dedim. Konuşma süreleri konuşmacı sayısına göre sınırlanabilir,on senedir zaten benden başka konuşan yok. Kongre üyeliğini (delegeliği)İlçe başkanı tesbit ediyor delege yaptığı adamlar da onu seçiyor.Kongre üyesi değilsen konuşma hakkın yok.Bu kongrede Delegeyim.

Daha önceki kongrelerde konuşabilmek için ilçe başkanlığına aday olmuşluğum bile vakidir.

Gökçebey ilçe olmadan belde başkanlığı görevindeydim, daha sonra ilçe yönetimlerinde sekreterlik görevlerinde bulundum. Bir seçim geleneğinden geliyorum. SHP ön seçimsiz bir şey yapmazdı.Bana bu bile yeterli gelmiyordu.Genel merkezde üye yazımında üye yaptıklarımızın listesini veriyorum. Genel sekreter yardımcıları var, Arkadaşlar üyeyi delegeyi biz seçiyoruz onlarda bizi seçiyor karşılıklı paslaşıyoruz dedim. Hepsi tepki gösterdi olmaz öyle şey! Oluyor dedim, ortam buna müsait,siz yapmayın. Biz yapmasak başkası yapar denildi. Aslında biz ilçe örgütü olarak delegeleri sandık koyarak seçimle tesbit ederdik.Parti içi demokrasinin işletilmesi konusunda o dönemin İlçe Başkanı Alirıza Karademir'in hakkını yememem lazım.

Tekrar dönelim kongreye. Elimde iki kitap var, konuşmama kitaptan alıntılarla devap ediyorum. Divan Başkanı tekrar uyarıyor, gündeme gel, diye. Arkadaşlar bu sefer Sarıgül diye bir yapılanma var bildiğiniz gibi. Bu DSP hareketine benzemez, her mitingi yüzbin kişi yüzellibin kişi kaldırır. Divandan bir müdahale daha...Devam ediyorum çıkış yolu göstermeye çalışıyorum. Açıkçası bu genel başkanı yolcu edin demeye getiriyorum. Bana bozulanları görüyorum.

Neyse geçtiğimiz hafta genel başkan istifa etti. Ağlayanlar, geri dön diyenler....Misafirimiz var, tesadüfen gördüm partinin önünden geçerken.
Zonguldak milletvekilimiz Gökçebey'e geri dön çağrısını örgütlemeye gelmiş olabilir. Hoş geldiniz dedim, Hoşbulduk, senin kitapları getiremedim dedi, belediye başkanımız da var. Kalkıldı Belediyeye çay içmeye gidecekler. Sıvışayım dedim milletvekilimiz seninle yanyana yürümeyi arzu ediyorum, millet görsün istiyorum dedi. Olmaz diyemedim ama yüz metrelik yolu yanyana yürürken yerin dibine girdim.Bir kongrede bulundukları konumları birisinin sayesinde elde etmiş olanlara saygı duymam demiştim. Şimdi kolkola nasıl yürüyebilirim? Üstelik kendisini bir gecede milletvekili yapan genel başkanı geri çağırmayı amaçlamak için gelmişse...

On yıllardır bizi ağlatan ülkemizi ne olduğu belli olmayan insanların görüşlerine teslim eden bir genel başkan ve anlayışından kurtulduk sayılabilir.

Bir insanın istifası tüm ülkeyi sevince boğuyorsa, bu, o kişi için kasetten daha vahimdir.

13 Nisan 2010 Salı

BİR OLAY BİR ANI

Geçtiğimiz hafta Cumhuriyet Halk Partisi İsparta il kongresinde konuşma yaparken Mehmet Nuri Aydemir kalp krizi geçirerek yaşamını yitirdi.Kadı takma isimli bir arkadaşım vardı,Ona ismiyle değil lakabıyla hitap ederlerdi.Çaycılık kahvecilik yaparak kendisine bakardı.Kadı'yla anne tarafından uzak akrabalığımızda varmış.Tanıştığımızda Ereğliden gelmiş Gökçebeye bilardo salonu açmış,işler iyi gitmediğinden onları satıp çay ocağı işletmeye başlamıştı.Çay ocağında siyaset sohbet her şey konuşulurdu.Tam bu sıralarda milletvekilleri ön seçimleri var Karabüklü işçi bir arkadaş milletvekili aday adayı olmuş (Sodep veya SHP den iyi hatırlayamadım)Kadının çay ocağında konuşuyor destek istiyor.Kadı hep patronlar gideceğine işçilerdende meclise giden olsun sana tam destek diyor.SODEP zamanında tüm üyelerle ön seçim yapılırdı.SHP döneminde yargı denetiminde delegelerle ön seçim yapılırdı Şimdi genel başkan önseçimi kendisi yapıyor.Kadının desteklediği işçi liste birincisi oldu.Karabük henüz il olmamış Zonguldak birinci sıra milletvekili adayı Karabüklü işçi arkadaş.Seçimler yapıldı karabüklü işçiler arkadaşlarına oy vermediler alınan toplam oylar seçilmesine yetmedi.Bir seçimde Seçim sandık kurulunda partiler adına görev yapıyoruz,baktım aynı sandıkta Kadı'da var aynı partiden iki kişi olmaz kadı dedim sen işine bak dedi,meğer Halkçı partinin temsilcisiymiş..
Yerel seçimlerde SODEP adayını destekledik Adayımız Kamil abi seçimi kazandı.Yaptığı çalışmaları hizmetleri gören vatandaşlardan oy veremedim diye üzülenler oldu.Daha sonra Kadıyla eyerci seçim çalışmalarına gittik SHP adayını destekledik kaybettik.
Kadı belediyeye işe alındı.Çeşitli görevler verildi En son ırmak yatağından kum alan traktör ve kamyonlardan belediye adına makbuz karşılığı para alacaktı.Bu işi kısa bir müddet yaptı Başkan, Kadının görevine son verdi.Rica ettiysekte göreve tekrar başlatılmadı.
Zaman çabuk geçiyor,bir sonraki mahalli seçimler geldi.eskiden desteklediğimiz Kamil abi ilçe karşılığında SODEP ten ANAP'a geçti ANAP'tan aday yapılmayınca DSP den aday oldu Sodep Halkçı parti birleşerek SHP olduğu için Kadıyla ben SHP adayını destekliyoruz Partinin belde başkanıyım Konuşmalar benim kontrolümden geçiyor.Konuşma metninde kötü bir şey yok müsade ettim Kadı mikrofonda ben her an sesi kesebilecek durumda kadının arkasındayım iki katlı binanın penceresinden konuşuluyor.Kadı liste dışı birşey söyleyecekti kim bu biliyormusunuz diye sordu,durakladı, önce dirseklerini kürsüye koydu arka üstü düştü.Tüm çabalar boşuna..Kadı'da İspartadaki vatandaş partili gibi aramızdan ayrıldı.Her ikiside nur içinde yatsın Kamil abi keşke kadının işine son vermeseydi,yaptığı hizmetlerinden dolayı onuda duaya dahil etmemiz gerekiyor..

1 Nisan 2010 Perşembe

TESKERECİLER GECEMİZ

Yirmiüçbuçuk aydır askerim. Onbeş gün sonra vatan görevim bitmiş olacak. 47/3 tertipler olarak iyi bir veda gecesi yapacağız. Veda geceleri için bando bölüğünden arkadaşlarımız hazır. Yer olarak Kışlanın ortak kullandığımız yemekhanesi(aynı zamanda gazino).Organizasyonda neler yapacağımız, ne ikram ederiz, bunları tartışıyoruz. Her bölükten aynı tertip arkadaşlarımız var,veda gecesi ortak yapılacak. Teskereci sayısı 16 kişi veya 17 de olabilir. Bunlardan biri ben, birisi Üçburgu'dan Haydar Öztürk, diğeri Bılık köyünden Cafer Karakaş. Yani teskerecilerin üçü Devrek'li olmuş oluyor. Buraya kadar her şey normal. Veda gecelerine yüzbaşımız veya diğer bölüklerin subay astsubaylarından katılanlar olurdu. Ne olduysa bundan sonra oldu. Şeytana uymak diye birşey varsa tam bizim için söylenmiş bir söz.

Teskereci arkadaşlardan birisi Hamza isminde, aslen göçmen olan, bölüğün hamamına bakan İstanbul'lu bir asker. Toplantıda dedi ki "ya arkadaşlar, belasız kazasız askerliği bitirmişiz, şükür mahiyetinde mevlit okutturalım". Bir kısmı haklı dedi, bir kısmı eğlenelim dedi. Aslında ben ne dersem o olurdu,adil olsun diye oylama yapalım dedim. Ben ve hemşehrilerim eğlenceye el kaldırdık, diğerleri, mevlit diyenler oylamada bizi geçti. Bizden önce de bazı tertipler yemekhanede mevlit okutmuşlardı.

Yarı gönüllüyüm akşama mevlit okutturacağız. Veda gecelerinde kurulan ses düzenini yine kurduk (Aklımız durmuş..Mevlitte ses düzeninin ne işi var).

Yemekhanede asker okuyor ses hoparlörlerden normal olarak dinlenecek kadar. Aylardan Temmuz, hava sıcak, yemekhanede millet sıkıldı, aslını sorarsan dinleyen de ayıp olmasın diye dinliyor. İşte bu sırada yemekhane dışına çıkanlar için sesi yükseltmişler askerin biri hoparlörün birisini dışarı çıkarmamış mı. Bir cumartesi akşamıydı, subay lojmanlarına karşı kışladan mevlit sesi(yazarken utanıyorum). Neyse nöbetçi subayını arayıp cihazı kapattırmışlar. Nöbetçi subayı lise mezunlarının yedek subay yapıldığı dönemin hakkından yararlanmış bir asteğmen. Çok kötü fırça yemiş. Telaştan Parola yazan zarfı nerede unuttuğunun derdinde. Başta söylediğim gibi şeytan ayağımıza dolaştı.

Sabah kışlaya askeri yargı mensupları geldi. Bizi yemekhaneye sokup tek sıra oturttular. Hazırlanmış soru kağıtlarını dağıttılar. Birinci soru, bunu kim organize etti.Ses cihazını kim kurdu. Yazıya kimse başlamamıştı. Ayağa kalktım, arkadaşlar birlikte düzenledik, herkes doğrusunu yazsın dedim. Askeri savcı "bir daha ağzını açma elebaşı mısın" dedi. İfadeleri yazdık verdik. Bizi aldı mı bir korku. Askerliğimiz yanacak, hapis yatacağız. Rahmetli hemşehrim Haydar "Sen kibar adamsın hapis yatamazsın, benim üzerime at" demişti. Subay ve astsubaylar olayın çok korkunç olduğunu söylüyorlar, hatta bizim cezalandırılmamızı istiyorlardı.

Geceleri kabus görüyorum. Merkez komutanlığını iyi bilirim, telefonlerın bakımını, pil değişimini ben yapardım. Ordu Spor'un kalecisi Hüsnü ile kız öğretmen okulu tarafında gezmişiz, o bölge askere yasakmış. Merkez komutanlığında nezarette kaldık üç saat kadar. Bereket bizi arayıp da kurtardılar.

Mahkemeye falan çağıran olmuyor. Günde bir iki kilo zayıflıyor gibiyim, içimin yanmasından yemek yiyemiyorum. Ceza gelse bile ben gittikten sonra arkamdan gelsin diyorum. Kademenin başçavuşuna yüzbaşıya söyleyiver, üzerimdekileri teslim edeyim beni teskereye yollasın, dedim.

Başçavuş ikindi vakti "hiç sesini çıkartma sen şu anda hapis yatıyorsun" dedi. Askeri yargı mahkeme edilmelerine gerek yok kararı vermiş, olay kapanmış... Ceza işi bizim Yüzbaşıya bırakılmış, bu askerlerin cezalandırılıp verilen cezaların bildirilmesi istenmiş. O da bize hissettirmeden cezalandırmış. Yaşıyorsa ellerinden öpüyorum Lütfi yüzbaşımın. Herkesin başına iş açtığımızdan özür diliyorum.

Sevgili Yüzbaşım yine duramamış olacak ki neyin varsa teslim et, dedi, yarınki günlerde elime izin kağıdını verdiler. Gece 24-01 saatleri arasında Ankara-Zonguldak trenine bindim. Asker arkadaşlarım beni trene bindirene kadar istasyondan ayrılmadılar. Askerlik borçlanmasını yaptım. Askerlik hizmeti= 720 gün yazıyor. 24 Ay askerlik benimle son buldu. Benden iki ay sonra askere gelenler 22 ay askerlik yaptı.

Burada askerlik anılarımı bitiriyorum. Bütün bu yazdıklarımın şimdiki askerlikle ilgisi yoktur, 40-50 yıl öncesinin askerlik anılarıdır. Örnek, şimdi telefonlar merkezi bataryalı, o zaman biz pil değiştirirdik.. Yazarken yaşıyorum, yazmamak için bilgisayardan adeta kaçıyorum ne hikmettir anlamadım.

(ER MEKTUBU GÖRÜLMÜŞ, OKUNMUŞTUR. Lami)

ÇANKIRI' DAKİ ASKERLİK ANILARIM

Kendi isteğimle geldiğim Çankırı muhabere bölüğünde bir haftalık oldum. Bir kışla içinde piyade, levazım, bando ve muhabere bölüğü var. Kışla komutanı aynı zamanda bizim bölük komutanı, rütbesi yüzbaşı.

Yeni olduğumuz için gece devriye nöbeti tutuyorum. Nöbet çizelgesinde haksızlık yapıldığını tesbit ettim. Bu çizelgeyi yazıcının yaptığını öğrendim. Yazıcıdan herkes korkarmış. İtirazı bırak, adamın yatağını bile erler toplayıp düzeltiyor. Yazıcıyı çağırdım, listenin yanına getirdim, bu kişiye neden haksızlık yaptın, dedim. Der-demez, yaptığı kasıtlı davranışını küllemek için bana yumruk sallayarak dövmeye kalkıştı, bende salladım, ikimiz de birbirimize vuramadık ayırdılar. Çankırı'da çocukluğumun bir bölümü geçmiş, benim evimde beni mi dövecek diye son derece kendimden eminim.

İki üç gün sonra...Başçavuş seni çağırıyor, dediler, yazıhaneye girdim. Arkamdan kapı kapatıldı, yazıcının elinde lastik inzibat jopu, yanında fedai olarak bölüğün postası Keramettin. Şimdi konuş bakalım, derken bir yandan jopla bana hafif yollu vuruyor yazıcı. Kapatılan kapının arkasında ayak sesleri ve buzlu camdan gözüken gölgeleri. Anladım yazıcının yeni takviye kuvvetleri. Sopayı yiyeceğiz belli oldu. Postu pahalıya getirelim, diyerek kapıştık. Dışarıdakiler de içeri girdi, kafamı aşağı aldılar, sırtıma yumruklar iniyor kalkıyor. Alttan midelerine vurmak istiyorum, mesafe dar olduğundan etkili olmuyor. Her nasılsa bütün gayretimle doğruldum, kendime kaçacak kadar yer açtım, yazıhaneden koridora çıktım. Ellerim iki kişi tarafından tutulu vaziyette, bırakmadılar. Tef gibi gerilmiş şekildeyim, posta Keramettin tam burnumun üzerine bir yumruk vurdu.kendimden kısa süreli geçtim, burnumdan kan boşandı. Beni bıraktılar, koğuşa gidip yattım.

Sabah nöbetçi çavuşu, olayı bölük başçavuşuna anlattı. İnanmıyorum böyle bir şeye, dedi yüzüme bakarak. Gözümden yaş boşandı.Başçavuş çağırttı da kendisi kayboluverdi mi, yoksa yazıcının marifeti mi anlayamadım. Anladığım, Başçavuş haberliydi.

Bir gün sonra yemekhanede elinde tabakla Keramettin çorba almaya geliyor benden tarafa doğru. Nasıl bir toparlayıp sol direk birkaç kroşe... Keramettin'i indirdim.

Bölük toplandı, çavuş tekmil verecek. Ben de Kemalettin de ön sıradayız. Başçavuş bir bana bakıyor bir Keramettin'e, inanmıyorum böyle şeye, demedi. isterse inansın isterse inanmasın, Keramettin'in göz kapalı yüzüyle dümdüz.

Yüzbaşıya çıktım. Ben buraya istek hakkını kazanarak geldim ama hayal kırıklığına uğradım dedim, olup bitenleri buradaki gibi anlattım. Yazıcı sürüldü çarşıdaki haber merkeze gitti, yerine benim arkadaşım yazıcı oldu. Beni de şoför kursuna yollamak için heyet raporu almaya Ankara'ya yollayacağını söyledi.

Keramettin sakat olduğundan altı ay askerlik yapacak ama, o da heyet için Ankara'ya gidecek. Evraklar yapıldı, bana teslim edildi. Ankara Askeri hastanesine adamlarla birlikte teslim edeceğim hepimiz göz kulak vb. heyete gireceğiz. Çankırı'dan trene bindik . Keramettin korkudan uyumadı. Hastanede fotoğraf çektirdik parasını vereceğim, adam arkadaşın verdi, dedi, Keramettin vermiş. Geçmişi tümden unuttum.

Şoför kursuna gitmek istemiyorum. Göz'den girdim, harfleri doğru okuyamıyorum, doktor tam sağlam yazdı. Sinir doktoruna girdim, uzat ellerini uzattım titretiyorum. Serbest bırak, yine titretiyorum. Sen ne iş yaparsın? Radyo tamircisiyim, söylesene. Şoför olamaz yazdı. Çankırı'ya döndüğümüzde ben dört aylığına da olsa Konya'ya soför kursuna gitmemeyi garantiledim.

Daha sonraları mesleğim sayesinde bölüğün en sevilen adamı oldum. Başarılı askerler panosuna resmim asıldı.

25 Mart 2010 Perşembe

TELSİZ TEKNİSYENİ OLMAK

Askerlik hatıralarına devam ediyoruz. Dört ay acemilik bitti, derken bir dört ay acemilik daha başladı. Burası Teknisyen Bölüğü. Burayı bitirenler Çavuş olmakla kalmaz, meslek sahibi olurlar. Bölümleri:Foto,İkmaluzman,Teknik ressam,Yüksek hız, Telsiz teknisyen,Antrak-kramportör. Sadece telsiz teknisyen takımına sınavla alıyorlar. Yapılan sınavda üçüncü olmuşum. Modern Çarşıda gördüğüm radyo telsiz teknisyenliği kursu işe yaradı.

Elektrik esasları,Atelyecilik,Elektronik esasları üzerine dersler başladı. Bunları ayrıntılı yazmamın sebebi, dağıtım olmaktan korkuyorum, birinci olursam kura çekmeyeceğim, kendi vilayetim hariç istediğim yere verecekler. Elektrik esaslarında sanat okulu elektrik bölümü mezunları 100 alırken ben 85 alabildim. Ders süresi 15 gündü. ikinci hafta yine onlar yüz aldı ben 85.

Elektronik esaslarına geçince ben 100, arkadaşlar 90-95 alıyorlardı. Toplam atelyecilikle birlikte 16 yazılı sınav, bir de sözlü sınav olduk. Listelerin asılmasıyla genel ortalamamızı, istek hakkına gidip gidemeyeceğimizi öğreneceğiz. Tesadüf bu ya, başa güreşen arkadaşların hepsinin soyadı A ile başlıyor, Albuz ,Alakuş gibi.

Her gün bakıyoruz listeler asılmamış, derken haber geldi. Bir arkadaş birinci, Celal Alakuş. İkinci falanca, üçüncü falanca. Beni söylemedi. ilk üçte yokum, şok oldum. Kendime geldiğimde, bir bakayım şu listeye kaç puanla kaçırmışım istek hakkını, dedim. Listeye isimler tarafından baktım, dördüncüyüm. Notuma baktım, 98. diğerlerinin daha az. Heyecanlandım. Listenin soyadı sırasına göre yapıldığını anladım, birinciyim. Daha önceden isteyeceğim şehiri belirlemişim, ver elini Çankırı diyorum içimden.

Dağıtım günü kuralar çekiliyor, sıra bana geldi. Karşımda masa etrafına dizelenmiş subay, astsubay ve yazıcı erlerden oluşan dağıtım komisyonu. Komisyon başkanı subay, iste bakalım, dedi. Çankırı deyince hopladı, Antalya'yı gördün mü, hayır komutanım, İzmir'i gördün mü? Hayır. Ne var Çankırıda? Seni bir yere vereceğim kademe (Askeri tamirhane) denize bakıyor denize gir çık işine bak. Ben Çankırı'yı istiyorum.

Düşünmen için sana beş dakika veriyorum. Çağırdı beni, neden Çankırı, dedi. Orada babam görev yaptı, ben orada ilkokulda okudum, dedim. Çaresiz imzaladı...

Kurslarda yeterli notu alanlar, gittikleri yerde boş kadro varsa çavuş rütbesi takarlar. Kurslarda yeterli puanı tutturamayanlar Kurmay Onbaşı olarak kalırlar. Muhaberede yazı tura onbaşısı yoktur. Tabii 50 yıl önce öyleydi.

Hafta iznine Köstence'ye gittiğimi, ben gidemesem Abimin, yengemin, çocukların beni ziyarete geldiğini de yazmam lazım.
Şu anonsu hiç unutmam; Mamak nizamiyesine ziyaretçisi gelen erler...Zonguldaklı Zeki Albuz ... ve devam eder ülkenin dört bir yanından gelenlerin askerdeki yakınlarını çagırmaları.

24 Mart 2010 Çarşamba

ASKERLİK ANILARIM

En çekilmeyen bir şey varsa arkadaşının askerlik anılarını anlatmasıdır. Hatta bizim zamanımızda buna anı denmez, askerlik hatıraları denirdi. Hatırda kalanlar anlamında. Birisi anlatmaya başlarsa diğerleri hep dinleyecek değil ya, onlar da anlatırlardı en ince ayrıntılarına kadar. Ben de size askerlikten hatırımda kalan anılarımı anlatarak çekilmez olmak istiyorum.(1983 yıllarından buyana doğu ve güneydoğu bölgelerimizde bizzat görev yapan askerlerimizin anlatacakları başlarından geçen olayları, çekilmezlik kapsamı dışında tutuyoruz.)Yine bizim zamanımızda askerliğe Vatani Görev denirdi.Bu görevi yapmak kutsaldı.

Askere sevk için askerlik şubesine gittik. Mamak Muhabere Okulunda 28.7.1967 tarihinde hazır olacağım.

Mamak Muhabere Okulu Nizamiyesinde Mehmetçik Gazinosunda çaylar içiliyor. Recep Abim, Yengem (Feride) beni teslim edecekler. Amcamın oğlu Zühtü Muhabere okulunda çavuş, gelip beni alıp götürecek. Zühtü geldi, hoşbeşten sonra vedalaşma ,yarı ağlama. Beni aldı, kayıt kabulde kendi bölüğüne yazdırdı. Elbiseleri aldık çuval gibi, askerlik bir demiş oldu.

İlk vukuatım daha ilk günü yemekhanede oldu. Masa başına oturmuşum, yemek dağıtılıyor, tabağı uzattım, yemeğimi doldurdular önüme koydum. Tam yiyecektim enseme bir tokat geldi Doldurulan tabağı ileri uzatacakmışım, en son kendime alacakmışım. Bu tokattan sonra yemekhaneye girmiyorum, kantinden birşeyler alıp yiyorum. Üç gün geçti akşam üzeri sactan yapılmış koğuşların arasında bizleri topladılar, çavuşun biri kim bu Zeki Albuz, çıksın, dedi. Birincide çıkmadım, ikincide beni çağırdıklarından emin olarak çıktım. Lan sen dayı mısın bulaşıkta sabah yoksun öğle yoksun akşam yoksun.

Paçayı soyadından yırttık herhalde. Ben yemekhaneye gitmeyen bulaşık yıkamaz zannediyordum. Madem bulaşık yıkayacağım, o zaman yemekhaneden yerim dedim.

İkinci vukuatım yemin merasiminden sonra oldu. Bizlere nöbet yazmışlar. Bizden bir ay önce gelenler(Devre kaybı)Devriye, biz nöbetçiyiz. Devriye Konyalı bir arkadaş beni eğitim çadırına bıraktı. Çadırda kazma kürekler var. Bana uyumamamı tembih etti, seni deneyeceğim bir şey çalarsam komutana teslim ederim. Ben gelsem bile parola ve işaretini soracaksın, hatta birinci takım çavuşu kim gibi sorular da sorabilirsin. Arkadaşım ben uyumam burası çok karanlık ben gece iyi göremem sakın ha bir şey çalma rica ediyorum. Çadırın etrafı açık döne döne nöbet tutuyorum fakat bir şey görülmüyor. İki üç dakika hareketsiz durup birden zıplayıp arkaya dönerek, davranma, diyorum, ses yok. Böyle bir saat geçmiştir. Aniden geriye dönerek kıpırdama, dedim. Tamam bravo, yakaladın, dedi ama ben yine görmüyorum. Yanıma yakın çağırıp durdurdum, ellerini havaya kaldırttım, parolayı bildi, işaretini bildi, ikinci takım çavuşunun soyadını yanlış söyledi. Bir aylık bile olmamış bir askerim
, adamı biraz hırpalayıp teslim aldım. Kelepçe olsa takacağım kaçmasın diye. Bir süre sonra, beni bırakmazsan sen de değişemezsin, diğer nöbetçiler de değişemez dedi. Bıraktım gitti.

Yarınki gün Zühtü, sen ne yaptın devriyeye? adamı hırpalamışsın, olmaz, kabahat bende, sana öğretmedim, devriye nedir nöbetçi nedir, bir daha sakın olmasın dedi.
Konyalı arkadaş bana darılmadı. Bu olaydan sonra onu kantine aldılar. Bana kimse bir şey sormadı, görevimin yetkileri fazlaymış herhalde.

Yaz sona ermiş, dört ay acemi eğitiminden sonra Teknisyen'e gideceğiz. Sobalar yanıyor, soba nöbetçisiyim. Sobanın üzerinde Şakir Zümre Zonguldak yazıyor. Bunun dilinden anlarım dedim, sobayı hemşehrim diyerek bir tavladım, kızardı. O sırada nöbetçi subayı geldi, kim bu soba nöbetçisi sen misin dedi, evet komutanım, dedim. Kulağımdan tutup benim yüzümü sobaya yaklaştırdı uzaklaştırdı, yanıyorum arkadaş ne yanma..Sen bunun kızartılmayacağını, kapaklarının açılmayacağını bilmiyor musun, dedi. Kulağımı henüz bırakmış değil, bunu da üçüncü vukuat olarak geçelim. 24 aylık askerliğin dört ayı gitti. Bütün bu yazdıklarım 50 yıl öncesinin askerliği şimdikiyle ilgisi yok diğer bölümleri gelecek yazımda...

9 Mart 2010 Salı

SESLENME SANATI

Ortaokulda Türkçe dersinde başarılıydım, karnemde 10 olduğu bile olmuştu. Sınıfta oturduğum yer en arkalarda olduğu için Türkçe hocamız Dicle Hanım beni en ön sıraya , iki kızın yanına oturtmak istedi,yok hocam burada iyiyim dediysem de kızların yanına oturttu. Bundan böyle Türkçe derslerinde yerin burası dedi. Fakat kızların yanında oturmak bana yaramadı. Arkadaşların gözünün üzerimde olması laf atmaları seslenme yeteneğimi eskiye oranla bozdu.

Girişte anlattıklarım Karabük'te oluyor.Sınıf geçmek, mezun olmak için Türkçe yeterli olmadığından tasdikname aldım. Üç dersi ne zaman verirsem diplomayı o zaman alabilirdim.Askerlik dönüşü orta bitirme sınavına Devrek'te girdim. Yönetmeliğin eskisine göre mi yenisine göre mi sınava girmem gerektiği bilinemediğinden, derslerin hepsinden sınava girdim.(Tarım ve İş bilgisi dahil)

Türkçe sınavında bir kompozisyon vardı, yazdım: diğer soruları da cevapladım. Bir hafta sonra Matematik sınavında gözlemci öğretmenin biri yanımda dikilerek "Türkçeden yazdığın yazı gerçekmiydi" diye sordu. Hayır, hayal ürünü dedim gitti. Demek adam etkilenmiş.İşte beni derinden etkileyen hayal ürünü olmasını çok istediğim gerçek bir olayı anlatayım sizlere.

Gölcük Güllü Bahçede mahkeme günü gelse diye bekliyoruz. Bizim gibi bekleyen çok. Mahkeme tek değil (ileriki günlerde koğuştaki konuşmalar arasında sizin davaya kim bakıyor, sorusu çok sorulurdu). Bu sıralarda koğuşa yeni gelenler oldu. Gelenler arasında Tuzla piyade okulundan Teğmenken ayrılmış veya görevine son verilmiş Ömer isminde (Soyadını vermiyorum)bir arkadaş da vardı. Tabii ismini sonradan öğreniyorsunuz. Ömer çok yakışıklı bir delikanlıydı. Bir keresinde havalandırma saatinde bahçede futbol maçında karşı karşıya geldik. Top ortada, Ömerle aynı anda topu sökmek için ayak koyduk, topu sökemedi yere yüzüstü düştü. Özür diledim. Kendisinden kaynaklandığını söyledi.

Ömerler hergün mahkemeye gidiyorlardı onbeş yirmi günde haklarında karar verildi. Karar: İDAM.

Karardan sonra da koğuşta birlikte kaldık. Siyasi görüş olarak kollektif sol olduğunu söylemişti. Bu görüşü ilk orada duymuştum.

Cezaevi yöneticileri koğuşa geldi, Ömer'e hazırlanmasını söylediler. Bana baygınlık gelecek gibi oldu, asmaya götürüyorlar zannettim. Önce hücreye alacaklarmış,infaz günü hücreden alıp asacaklar.

Ömer gayet soğukkanlı bir şekilde, gitmeden önce yemek masasının üzerine çıkarak bir hitapta bulundu (sesleniş). Öz olarak beni ortadan kaldırmak hiç bir işe yaramaz, fikirlerimizi ortadan kaldıramazsınız, dedi. Gerisi veda niteliğindeydi.

O gün bu gündür iyi hatipmiş güzel konuşuyormuş dedikleri adamların hiç birinin ne dediği aklımda bile kalmaz, önemsemem de.Bu sesleniş(Hitabet)unutulmayacak bir yer tuttu beynimde. Keşke idam cezaları olmasaydı...

Ben çıktıktan kısa bir süre sonra Hürriyet gazetesinin baş sayfasında iri puntolarla ÖMER ...... idam edilmişti haberi vardı.