9 Mart 2010 Salı

SESLENME SANATI

Ortaokulda Türkçe dersinde başarılıydım, karnemde 10 olduğu bile olmuştu. Sınıfta oturduğum yer en arkalarda olduğu için Türkçe hocamız Dicle Hanım beni en ön sıraya , iki kızın yanına oturtmak istedi,yok hocam burada iyiyim dediysem de kızların yanına oturttu. Bundan böyle Türkçe derslerinde yerin burası dedi. Fakat kızların yanında oturmak bana yaramadı. Arkadaşların gözünün üzerimde olması laf atmaları seslenme yeteneğimi eskiye oranla bozdu.

Girişte anlattıklarım Karabük'te oluyor.Sınıf geçmek, mezun olmak için Türkçe yeterli olmadığından tasdikname aldım. Üç dersi ne zaman verirsem diplomayı o zaman alabilirdim.Askerlik dönüşü orta bitirme sınavına Devrek'te girdim. Yönetmeliğin eskisine göre mi yenisine göre mi sınava girmem gerektiği bilinemediğinden, derslerin hepsinden sınava girdim.(Tarım ve İş bilgisi dahil)

Türkçe sınavında bir kompozisyon vardı, yazdım: diğer soruları da cevapladım. Bir hafta sonra Matematik sınavında gözlemci öğretmenin biri yanımda dikilerek "Türkçeden yazdığın yazı gerçekmiydi" diye sordu. Hayır, hayal ürünü dedim gitti. Demek adam etkilenmiş.İşte beni derinden etkileyen hayal ürünü olmasını çok istediğim gerçek bir olayı anlatayım sizlere.

Gölcük Güllü Bahçede mahkeme günü gelse diye bekliyoruz. Bizim gibi bekleyen çok. Mahkeme tek değil (ileriki günlerde koğuştaki konuşmalar arasında sizin davaya kim bakıyor, sorusu çok sorulurdu). Bu sıralarda koğuşa yeni gelenler oldu. Gelenler arasında Tuzla piyade okulundan Teğmenken ayrılmış veya görevine son verilmiş Ömer isminde (Soyadını vermiyorum)bir arkadaş da vardı. Tabii ismini sonradan öğreniyorsunuz. Ömer çok yakışıklı bir delikanlıydı. Bir keresinde havalandırma saatinde bahçede futbol maçında karşı karşıya geldik. Top ortada, Ömerle aynı anda topu sökmek için ayak koyduk, topu sökemedi yere yüzüstü düştü. Özür diledim. Kendisinden kaynaklandığını söyledi.

Ömerler hergün mahkemeye gidiyorlardı onbeş yirmi günde haklarında karar verildi. Karar: İDAM.

Karardan sonra da koğuşta birlikte kaldık. Siyasi görüş olarak kollektif sol olduğunu söylemişti. Bu görüşü ilk orada duymuştum.

Cezaevi yöneticileri koğuşa geldi, Ömer'e hazırlanmasını söylediler. Bana baygınlık gelecek gibi oldu, asmaya götürüyorlar zannettim. Önce hücreye alacaklarmış,infaz günü hücreden alıp asacaklar.

Ömer gayet soğukkanlı bir şekilde, gitmeden önce yemek masasının üzerine çıkarak bir hitapta bulundu (sesleniş). Öz olarak beni ortadan kaldırmak hiç bir işe yaramaz, fikirlerimizi ortadan kaldıramazsınız, dedi. Gerisi veda niteliğindeydi.

O gün bu gündür iyi hatipmiş güzel konuşuyormuş dedikleri adamların hiç birinin ne dediği aklımda bile kalmaz, önemsemem de.Bu sesleniş(Hitabet)unutulmayacak bir yer tuttu beynimde. Keşke idam cezaları olmasaydı...

Ben çıktıktan kısa bir süre sonra Hürriyet gazetesinin baş sayfasında iri puntolarla ÖMER ...... idam edilmişti haberi vardı.

4 yorum:

  1. Sevgili Zeki,
    Her tür pisliği yapanlar isimlerinin bilinmesini istiyorlar ve "Türkiye onlarla gurur duyuyor". Biz Ömer'den neden utanalım?

    “Ben oğlumu size, ortaokulu bitirince teslim ettim. On beş yaşındaydı o zaman. Ve şimdi siz bana cesedini teslim etmek istiyorsunuz. Ortada bir suç varsa, bu sizin suçunuzdur. Ben size teslim ettim, demek ki siz bu hale getirdiniz…”
    Piyade Teğmen Ömer Yazgan‘ın babası Osman Nuri, 12 Eylül paşalarına böyle haykırıyordu.

    Meclisi fesheden, partileri kapatan paşalar, kendilerinin yargılanması gereken 146. maddeyi, tercihini halktan yana koyan Teğmen Ömer Yazgan‘a uyguladılar. Teğmen, beraber davranış gösterdiği üç kişiyle birlikte asıldı; Ramazan Yukarıgöz, Mehmet Kanbur ve Erdoğan Yazgan.
    Ömer’in Erdoğan’la akrabalığı yoktu. Soyadı benzerliğini, yaşamda da paylaştılar.
    Onlara ceza verip kalemini kıran “emir kulu” yargıçın, aynı zamanda “para kulu” olduğu meydana çıkmıştı.
    “Kendilerine bu cezayı uygun gören yargıç, “Kurtuluş Örgütü Davası’nda” idamla yargılananların ailelerine, istediği parayı vermeleri halinde bu cezaları yirmi yıla indirebileceğini söylemiş ve parayı alırken de suçüstü yakalanmıştı. Adalet Bakanı Cevdet Menteş’in yeğeni olan Deniz Hâkim Kıdemli Yüzbaşı Eyüp Menteş’e, rüşvet almak ve görevi kötüye kullanmaktan sekiz yıl ceza verilmiş ve verilen ceza, Askeri Yargıtay’ca da onanmıştı.”
    Bu “rezil hâkim rüşvet olayı” bile, kararın tekrar gözden geçirilmesi için gerekçe olmamıştı. Paşaların acelesi vardı.
    Egemen çevrelerin acelesi vardı.

    Görevler hızla yerine getirilip “Demokrasiye” dönülecekti. Devrimci unsurlar yok edilecek, toplu hareketi ve davranışı sağlayan her delik kapatılacak ve iştahla görev bekleyen sivillere memleket teslim edilecekti.

    YanıtlaSil
  2. Bizim ülkemizde “Demokrasi” böyle oynanır. Halkın iktidara talip olma momentlerinde “Demokrasi” rafa kaldırılır. Asker görevliler “Demokrasi” için gereken temizliği yapar, sonra yerlerini gönül huzuruyla sivil görevlilere devrederler.
    Basınımız bu görevlileri; “Çoban Sülü”, “Karaoğlan”, “Tonton”, “Baba”, “Bacı”" lakapları ile topluma sevdirir.
    Asılanlar, öldürülenler, ezilenler bu “demokrasi çorbasının” tuzu karabiberi olurlar. “Aga” lakaplı meşhur işadamımız “demokrasi çorbasını” içerken, basınımıza “demokrasimizi” över, demokrasimizi iş hayatından verdiği örneklerle zenginleştirir.
    12 Mart 1971 Askeri Cuntası’nın Kılıç Artıkları, “yarının güvencesi” olarak gördüğü asker gençleri, siyasi sorunlarda kendine göre şekillendirmeye koyuldu. Ömer’in de içinde bulunduğu Kuleli Askeri Lisesi öğrencilerine, dönemin devrimci hareketleri, dış güçlerin, özellikle de Sovyetler Birliği’nin yönettiği ve kışkırttığı bölücü, vatan haini güçler olarak tanıtıldı. Askeri okulların ders programlarında anti-komünist düşünceler giderek daha fazla yer almaya başladı. Genç subay adaylarının beyinleri, Amerikan hayranlığı ile dolduruluyorlardı.
    Ama aynı okulda vatan için ölmeyi, onuru, şerefi, Mustafa Kemal’i, Samsun’u, Amasya’yı, Erzurum’u, Sivas’ı, Ankara’yı, Kurtuluş Savaşı’nı ve devrimleri de öğreniyorlardı.
    Ne yaman çelişkiydi bu!
    1971′lerde görevini yapan paşalar, görevlerini sivillere devrettiler. ” Karaoğlan”, arkasından ” Baba” geldi. Ortalığı, Sosyalizm rüzgârı sarmıştı. 70 öncesinden daha gürdü, kuvvetliydi. Her şeyi altüst etme tehlikesi vardı. Çatılar uçacaktı.
    Dışardan esen sosyalizm rüzgârı, Kara Harp Okulu’nun pencerelerinden içeri süzüldü. Gencecik asker delikanlılarının ciğerlerine, oradan beyinlerine aktı. Ömer Yazgan da onlardan sadece biriydi.

    YanıtlaSil
  3. 21 Mayıs 1963′de yargılanan Harbiyeli, heyecanını; “Ben Atatürkçü, Ihtilalci bir Harbiyeliyim.” şeklinde, 1968′deki Harbiyeli; “Tüfeklerimize mermi yerine devrimci düşünce sürme zamanıdır” biçiminde koydu. Şimdi söz ve davranış sırası 78′li Harbiyeli’deydi.
    Ilk isyan
    60′larda Harp Okulu eğitimi 2 yıldı. 21 Mayıs 1963 Hareketi nedeniyle Kara Harp Okulu, 63 ve 64 yılında mezun vermedi. Iki devre ordudan atıldı. 70′lerde Harbiye 3 yıla çıkarıldı. Bu nedenle 71 devresi de olmadı.1977 senesinde Genelkurmay, Harbiye’nin 4 seneye çıkarılmasına karar verdi. Yasa meclisten geçmeden uygulanmaya kalktı.
    1977 yılında mezun olması gereken Harbiyeler, subay yapılmadı..Bir sene daha askeri öğrenci olmaya zorlandı. Ilk büyük isyan bundan doğdu. Ilk toplu hareket, beraber davranış, askeri deyimle yanaşık düzen böyle başladı.
    512 kişilik taburdan 405 kişi avukata vekâlet vererek idareyi, yani üstlerini mahkemeye verdiler. Görevli paşalar bunun nereye varacağını tecrübeleriyle biliyorlardı. Onlar 1960′ı, 1963′ü, 1968′i görmüşlerdi. Gençlik yine kaynıyordu.Yapacakları karşı hareket planına, gerekli notu, altını çizerek düştüler; “78′ liler”!
    Emil Galip Sandalcı anlatıyor:
    “Selimiye’de, göz altına sevk edilenlerin bekledikleri bir yer var. Biz gittiğimiz sırada orası çok kalabalıktı. Bir ara yanımda oturan kişiye baktım; çıplak bedenine bir ceket giymiş, üzerinde başka hiçbir şey yok.
    Sonradan bu kişinin, ünlü Akyazı Kuyumcu Soygunu’nu yöneten Teğmen Ömer Yazgan olduğunu öğrendim. Yanında, soygunda onunla birlikte olan bir bekçiyle bir genç oturuyordu. Bekçinin başında da, elinde de kanlı sargı bezleri vardı. Bekçinin karısını da getirmişlerdi oraya… O da perişan bir vaziyetteydi.
    Neyse, bizi bekleme yerinden alıp hapishane kısmına soktular. Önce bir üst baş araması yapıp, zabıt tuttular. Ardından, daha içerlerde bir yerdeki çok geniş bir odaya aldılar. 10-15 kişi kadardık. Orada birden, ellerinde coplar olan askerler belirdi. Başlarında bir onbaşı ya da çavuş vardı. Bize ‘Soyunun’ dediler. Çoraplar dâhil üzerimizdeki her şey çıkartıldı. Yalnız donla kaldık. Derken korkunç bir meydan dayağı başladı.
    Önlerine, gelene kıyasıya vuruyorlardı. Ama özellikle o teğmeni, bekçiyi ve onlarla birlikteki genci feci şekilde dövdüler. Teğmen de, bekçi de soygun sırasında yaralanmışlar. Birinin sağ, diğerinin sol kasığında birer kurşun varmış. Kurşunlar çıkarılmamış. Üstelik oraya geldiklerinde yaklaşık 80 gün süren işkenceden geçmişler. Bekleme yerinde konuşurken, onlardan öğrenmiştim bunları. Işte o durumdaki teğmenin, tıpkı filmlerdeki gibi, üç kere havalanıp yere düştüğünü gördüm. Üç kere ayakları yerden kesilip havaya uçuruldu. Bekçinin de çıplak ayaklarına postallarla bastılar. Onun da kemiklerinin çatırdadığını duydum. 15 dakika kadar sürdü bu dayak……”
    Ömer ve arkadaşları, diğer gün sabah erkenden topluca Gölcük Askeri Cezaevi’ne götürüldüler.
    “Gölcük Donanma Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi, 12 Eylül’ün en hızlı çalışan, cezada sınır tanımayan mahkemelerinden biriydi.

    YanıtlaSil
  4. Sorgu ve savunma duruşmalarının tümü, yirmi güne sığdırıldı. Bu duruşmalar sonucunda beşi hakkında ölüm cezası verildi ve kalemler kırıldı, daha sonra Ismail Gökalp’ın cezası yaş küçüklüğü nedeniyle yirmi yıl ağır hapis cezasına dönüştürüldü”
    “Ömer Yazgan göz altına alınan genç subaylarla birlikte, sorgulanmak üzere Bursa’ya götürüldü. Bir öneri yapıldı: “Ordu içindeki devrimci, demokrat olan subayların listesini bize ver, biz de senin idamını durduralım!” Ömer, yalnızca güldü öneriye. Bunların bizle bir ilgisi yok” dedi.
    Her şeyin sırası var
    1 Temmuz 1979 tarihindeki Arjantin Pavyonu olayından sonra, Teğmen Hamza Yalçın yakalanmış, diğer teğmenler; Ömer Yazgan, Osman Tıftikçi ve Ahmet Erdoğan firar etmişlerdi.. Güvenlik görevlileri, kaçak teğmenleri 78′li diğer subayların evlerinde aramakla yetindi..
    Arkasından Hamza Yalçın hapishaneden kaçırıldı, yine 78′li teğmenlerin evlerinin aranmasıyla yetinindi.
    17.1.1981 Akyazı’da kuyumcu soygununda Ömer Yazgan yakalandı. 78′li teğmenlerin üzerine gidilmedi.
    Ordu içindeki diğer sol gruplara yakın askeri kişiler üçer beşer temizlendikten sonra, 30.11.1982 tarihinde operasyona geçilerek, 78′li teğmenler esas olmak üzere ana temizliğe başlanıldı.
    Devrimci askerler, Ankara Ordu Istihbarat ve Dil Okulu’nda (Özel Harp Dairesi, MIT ve Ankara Emniyet Müdürlüğü DAL grubu elemanlarından oluşan) en ağır işkencelerden geçirildi. 2.5 yıl cezaevlerinde yatırıldılar. 7 kişi hariç hepsi, beraat etmelerine rağmen ordudan atıldılar.
    Ve belirlenen son - Böyle ölür bizimkiler
    “Koğuş kapısı, slogan ve marşların, tekmelerin ve yumrukların, diğer koğuş kapılarının gürültüsü altında açıldı. Kapı açılmadan önce, onlar birkaç kez birbirlerine sarılmış vedalaşmış, güç vermişlerdi. Kapı açıldığında da sloganlarını kesmediler. “Ömer Yazgan” dedi, kapıyı açanlardan biri. Ömer, arkadaşlarıyla vedalaştı tekrar, onlara tek tek sarıldı.
    Koridora adımını attığında ise diğer koğuşlara bağırdı; “Hoşça kalın arkadaşlar, devrimci mücadelenizde size başarılar diliyorum. Kahrolsun Faşizm, Yaşasın Mücadelemiz”. Inzibatlar ağzını kapattı. Ömer, sesini duyurmak için ağzını kurtarmaya çalıştı. Kurtardıkça da slogan attı. Giderek daha fazla asker, üzerine yığılmıştı. Koridora çıktığında, arkadan vurulan kelepçeyi bir subay tutmuş geriye doğru çekiyordu onu. Bu arada düştü Ömer. Bu sefer tekmeler altında sloganlar atmaya başladı. Ve öylece çekip sürüklediler dış giriş koridoruna kadar. Yine aynı yöntemle dışarıda bekleyen kapalı arabalardan birine bindirildi.”
    Arka arkaya dört arkadaş asıldı.
    Not: Bu yazı Hayri ARGAV’ın değerli çalışması “O ŞAFAĞIN ATLILARI 12 Eylül Idamları” kitabından faydalanılarak, ayrıca Rahmi Yıldırım Teğmen’in yazılı ve sözlü bilgilendirmesi ile kaleme alınmıştır.

    YanıtlaSil