12 Eylül tutuklularının misafir edildiği Güllübahçe Askeri Cezaevinde vakit nasıl geçerdi, neler yapılırdı, koğuşlarda kavga olur muydu, yönetim bizi islah etmek için hangi yöntemleri uyguluyordu, gazete giriyor muydu, radyo ve televizyon var mıydı,ziyaretler nasıl oluyordu, sizlere kısaca anlatayım.
Söze, insan içinde bulunduğu duruma alışıyor, diye başlayayım. Güllübahçe'ye geldiğimizde yanımda arkadaşlarım olmasaydı tedirginlik ve korku yaşardım. Korku deyince aklıma, Devrek Alay binasının alt katında gece vakti ifadelerimizin alınması sırasındaki korku geldi. Her bir arkadaşım ayrı ayrı odaya konuldu, ben koridorda bırakıldım. İfade sırasında içerden gelen bağırmaları duyduğumdan sıra bana da gelecek diye korkuya kapıldım.Bir üşüme ve titreme, donuyorum, kendime hakim olamıyorum. Koridorun sonunda Taburun veya alayın yazıhanesi var, yazıcı erler (dört kişiler)benim durumumu görmüşler, beni yazıhaneye aldılar, çay verdiler,titremekten çayı zor içebildim. Teşekkür edecektim, uzun olduğu için söyleyemedim, sağolun diyebildim. Askerlerdeki cesarete şimdi şaşıyorum, ifade odasından tabur komutanı çıkıverse beni yazıhanede görecek, üstelik çay içerken.
İfade sırası bana geldiğinde yeniden güç toplamaya başlamıştım. İçeri girdim, içeride 1 Komiser, 1 Astsubay, 1 Teğmen ile masada oturarak ifadeyi izleyen tabur komutanı Binbaşı var. Sorular cevaplar devam ederken binbaşı"Ben bunların dişlerini sökerdim ama ne çare" dedi. Çaresizliği, Zonguldak sıkıyönetim komutanı paşadan geliyor. Hanımlarımız paşaya gitmiş, paşa onları dinlemiş. Gözaltılara kötü muamele yapılmasın, diye talimat vermiş. Paşamız olmasaydı bugün takma dişlerle gezecektik. Binbaşı emekli olduktan sonra dişçilik yaptı mı bilinmez.
Konudan hayli uzaklaştık. Güllübahçe'de vakit nasıl geçerdi(Boş zamanlarınızda ne yaparsınız? Hiç, yatarız abi). Vakit inanın su gibi akar, evi düşünmeye zaman bulamazsınız. Aşağı yukarı her Allah'ın günü bir devrimciyi anar saygı duruşunda bulunuruz. Dünyada devrim mücadelesinde ölen biter mi? Devrimci yerliymiş yabancıymış, farketmez, yiğitliğine saygı duyarız, mücadele biçimini pas geçeriz. Soldaki görüş ayrılıkları mücadele biçiminden de kaynaklanıyor. Diğer siyasi grupları rahatsız edici revizyonist, goşist, lümpen, macera, serüven gibi kelimeler ortak anma metinlerinde yer almaz.
Yabancı dil kursları tutuklular tarafından isteyen tutuklulara verilir. Üst düzeyde olduğu için herkes katılamaz. Mühendisler, Kimyagerler, Öğretmenler, bağışta bulunmamış Müessese müdürü bile var. Var oğlu var. Bir de kimlik olarak kuvay-ı milliye kartını cezaevi yönetimine gösteren 70' lik Akyazı'lı bir amca var. Cezaevi yönetimi, bu nedir, senin başka kimliğin yok mu demiş, amca bu lafa çok takmıştı, kuvay-ı milliyeyi bilmeyen subay mı olur diye...
Satranç turnuvaları, bilgi yarışmaları düzenlenir. Tahsin isminde bir arkadaş bu tür etkinlikler için yaratılmış, bir mizah dergisinde çalışmış, bilmediği yok. Amaç gözünü tavana dikmeyeceksin, düşmana inat bir gün fazla yaşayacaksın. Traş, banyo, spor,havalandırmaya bahçeye çıkmak, yemek saatleri, derken vakit gitmiş.
Koğuşlarda kavga olamaz. Kültür düzeyinin yüksek oluşu ve kişilerin tek başına düşünülemeyeceği bir ortam var. Filmlerde gördüğümüz sivil hapishanelerdeki gibi koğuş ağası, ağanın haraççısı falan yoktur.Koğuş başkanı seçimle belirlenir. Soldaki farklı grupların ittifakları seçimi belirler Seçimden önce adayın kaç oy alacağı bellidir.Bu sayıya ulaşacak siyasi görüş, adayını açıklar. Yarıdan bir fazla oy alan seçilmiş olur. Oylama açık yapılır. Cezaevi yönetiminin istemediği adam seçilse bile, başka seçenek olmadığından, yönetim başkanı tanır.
Sıra geldi bizim islah edilmemiz için uygulanan yöntemlere. Sıcak suların kesilmesi, havalandırmaya girip çıkarken bazı gençlerin gardiyanlara kaptırılması, bunlara dayak atılması, mektup yollama yasağı, görüş yasağı(Bunlar yargı denetimi dışı)gibi yöntemleri geçelim. Esas, eğitim yollu islah etmek, bunu çok önemsiyorum.
Ders: Tarih
Öğrt: Dnz. Subayı
Konu: Ankara savaşı, Osmanlılarda savaş düzeni, atlı sipahilerin önemi, mancınıkçılar, lağımcılar. Hocamız anlattıkça anlattı. Arasıra coşuyordu, kendini iyice derse vermişti. 80 Kişilik koğuşta diğer derslerde olduğu gibi sesizlik hakim. Dersi bitirdi. Soracağınız bir şey var mı? Yok. Anlamadığınız bir yer var mı? Parmak kaldırdım: Özür dilerim, buranın en az okumuşu benim, sen bunları niye anlattın ben onu anlayamadım...Hoca üzerine buzlu su dökülmüş gibi oldu, bir müddet şok, sonra kızgın bir şekilde, tarihini bilmeyen uluslar yaşayamazlar, dedi. Karabük'lü maden mühendisi arkadaş parmak kaldırdı. Evet arkadaşlar, tarihi bilmek zorundayız, hocamız haklıdır, ancak savaş neden çıkmış, toprağın mülkiyeti kimindir, hangi ürünleri üretirler, nasıl paylaşırlardı, bunları da bilmemiz gerekir sebep sonuç ilişkisi açısından, dedi.
Hoca bir daha ders vermeye gelmedi...
Ders: Türkçe
Öğrt: Dnz. Subayı
Konu: Yazarlar, hikayeleri, romanları; şairler .. Anlatıyor anlatıyor, bir tane sol düşünceden yazan çizenden, koskoca Nazım'dan bahsetmiyor. Kurtuluş savaşı destanından bahsetmiyor. Hatırlatmak zorunda kaldılar. Nazım'a saygısızlık içeren bir de laf etti. Kızdığımızı anlayınca, yarın da Nazım'ı anlatırız. dedi. O da bir daha gelmedi.
Ders: Din Dersi
Öğrt: Dnz. Astsubay
Konu: Peygamberin hayatı, Kur'an, İman, Hadis...Hoca anlatıyor, koğuş sessizce dinliyor. Dersin sonunda hoca "Arkadaşlar hadi hep birlikte kelime-i şahadet getirelim" demez mi... Uğultu yükselmiş, protesto gelmeden başkan müdahale etti.
Sayın hocam, bunun sana verilmiş bir görev olduğunu bildiğimizden, ayrıca sana olan saygımızdan sessizce dinledik. Haddi aşmayalım, gibi bir şey söyleyerek devam etti. Sözkonusu inanmaysa arkadaşlarımız bilime inanırlar..Hoca koğuş kapısına bir göz attı. Cezaevi yönetiminden kimsenin olmadığına kanaat getirdikten sonra "Arkadaşlar ben de inanmıyorum ama, nihayet spor yapmış olurum, diye düşünüyorum". Bu hoca da bir daha gelmedi...
Böylelikle, islah edilemeden desler bitti. Aslında bunlardan ben ders çıkarsam ne olur, çıkarmasam ne olur. Ders çıkartacaklar çıkartsın.
Koğuşumuza subaylardan oluşan bir denetleme heyeti geldi. İyileştirmeler yapacaklarmış, sorunlarımızı, isteklerimizi yazıp çizdiler, gittiler. Gazetelerin bazıları ile Uygarlık Tarihi (S.Tanilli), Devlet ve Demokrasi(S.Tanilli), kitaplarının girişi serbest edildi. Radyo alınmasına müsade edildi.
İdare yolladığınız mektupları okur. Size gelen mektupları da okur. Bazılarına çaktırmadan el koyar. Tahliye olunca dolabımdaki bana gelen biriktirdiğim mektuplarım yok olmuştu.
Ziyaret: idare sana ceza vermemişse 15 günde bir tel kafes arkasından görüşebilirsin. Avukatınla görüşmeye müsaade ederler. Gerçi bizi savunan Zonguldak Baro başkanı avukat abimiz bizi savunurken kendisi tutuklanmış, bir daha görmedim.
Bir sonraki yazım, tutukluların ekonomik durumları, ihtiyaçların giderilmesi, gelen paraların nasıl kullanıldığı ile ilgili olacak.
10 Şubat 2010 Çarşamba
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
(Ulviye'nin yorumudur. Görülmüştür)
YanıtlaSilBabam 15 günde bir gidiyordu Güllübahçe’ye. Ankara’dan Anadolu Ekspresine binip İzmit’te indik. Oradan dolmuşla Gölcük’e gittik. Büyükbabam da otobüsle gelmişti. Bülent dahil. Bizim Bülent’i içeriye sokma düşüncemiz yoktu. Cezaevinde, hanımlar girsin, dediler. Ben de Bülent’le birlikte girdim.
Zeki abim gülerek geldi. Ama tel örgünün arkasında, ben ağlamaktan konuşamadım. Ben onu teselli edeceğime, o beni teselli etti. Zaten belirli bir süre.
Döndükten sonra Bülent, üç yıl süreyle yaptığı resimlerde insanları hep kafes hep kafes arkasında çizerdi.