6 Ocak 2010 Çarşamba

BABAMDAN

Babamı anlatma fırsatını kendim yaratmış olmama rağmen, sanki bana böyle bir imkanı veren birileri varmış da onlara teşekkür borçluymuşum gibi geliyor içimden.

Okulların kapalı olduğu yaz tatillerinde camilerde namaz sureleri ezberletilirdi. Karabük'te Yenişehir Camisine mahallemizden çocuklarla bu amaç için giderdik. Babam camiye gittiğimi daha sonra benden öğrenirdi. Namazlı abdestli olan babam bundan çok hoşlanırdı. Bende zaten camiye gittiğimi bunun için söylerdim. Ramazan aylarında Karabük Şehir Kulübü(memurların kulübü)camiye döndürülür, müftü burada memurlara teravih namazı kıldırırdı. Her düzeyde memur ramazan öncesi oyun oynadıkları bu yerde teravih namazı kılarlardı. Müftünün olmadığı zamanlarda namazı babam kıldırırdı. Babamın Karabük'teki o zamanki görevi DDY Kısım Şefiydi. Emekli olduktan sonra köyümüzde cami hocalığını uzun süre amatör olarak yaptı. Yaz tatillerinde o da müftülükten müsaadeli, camide çocuklara namaz sureleri ezberletirdi. Namaz kılacak kadar sure ezberleyen kendini yetişmiş kabul ediyor olmalı ki, camide bu çalışma onbeş günde bitiyordu. Karabük'te de böyleydi, onbeş günde biterdi süre ezberleme işi. Sure ezberleme dışında başka bir şey öğretilmezdi.

Hocaların çocuk okutma işinden çok korktuklarını biliyorum. Kardeşimle (Seniha)benim için evimize bayan din dersi hocası gelirdi. Ücretli bu özel hocayı herhalde annem tutmuş olacak ki babamın anneme "Bu abdest almayı bile öğretemez" dediğini duydum. Bu bayan hoca anneme işin zorluğunu ve tehlikesini anlatırdı. Eve girmeden sağa sola bakınırdı. Annemi tembihlerdi, komşulara bundan bahsetme, diye. Annemse onun bu zorluk içeren laflarını zam istemesine yorar, oralı olmazdı.

Devletin, halkın dini inançlarını yerine getirmesine, onu öğrenmesine imkan sağlarken, buna yalnız belirtilen yerlerde müsaade ettiğini daha sonraları anladım. Babam Devletin bu tutumunu beğenir hiç rahatsız olmazdı. Hatta daha sıkı önlemler almasını isterdi. Babama göre başına sarık geçiren herkes kendini din adamı sayıyordu. Böylelerini siz bilmezsiniz, ev ev gezip tuz çevirir, bir şeyler okur üfler, yarım teneke buğday, yarım teneke mısır alırlardı. Böyle din adamlarının itibarı yoktu. Hocalara dilenci gözüyle bakılıyordu. Atatürk din adamının ve dinin itibarını kurtardı demişti bir keresinde.

Siyasi dincilik babam sağken kendini çeşitli şekillerde gösteriyordu. 12 Eylül darbesine kadar tek tehlike vardı, o da komünizm. Babam da buna inananlardandı. Darbeden sonra rabıta örgütüne teşekkürle başlayan süreçte yeni bir din icat edildi. Giyim kuşama, peygamberin yaş gününe indirgenen bir din. Ha, o öğrendiğimiz süreler ne oldu? Ben de bunun cevabını aramaktayım desem, nur içinde yatsın babamı üzerim. İnsanların temiz duygularını, inançlarını ikballeri için kullananlarla kullandıranlara kırgınım.

3 yorum:

  1. İzninle, bahsederken, Mehmet Albuz'a Mehmet Dede diyeyim. Ben onun, torunlarından birisinin eşiyim. Böyle derken, fazla da yakın gelmiyor insana.

    Onu tanımıştım. Aklımda şunlar kalmış:

    Bir kere buram buram köy kokardı, buğday gibi kokardı. Ben de şaşardım, onların köyünde buğdaycılık yok, neden buğday gibi kokuyor, diye. Severdim o kokuyu, Ankara'da yaşayan birisi için, eskilerden kalma bir kokuyu hatırlattığındandır.

    Yaz-kış ayırmaksızın, takım elbise ve takım elbisesinin içine yelek giyerdi. Ben onu yeleksiz, takım elbisesiz görmedim.

    Dindardı, hacıydı ama dinci ya da bağnaz değildi. Benim gibi adam bile ondan korkmazdı. Senin de anlattığın gibi, abdest almayı bile öğretemeyecek olanların ortalıkta din adamı diye gezmesine kızardı.

    Çocuklarını ve özellikle seni çok severmiş. Kayınpederimin eşini ve çocuklarını da, Ankara Köstence'de kaldıkları evden gelir köye götürür, makul bir süre onlara kendi evinde bakarmış. Elinden geldiğince de, kayınpederimin ailesine yardımcı olmaya çalışırmış.

    Ulviye küçükken köyde bir yerlerden düşüp gözü sakatlanınca, nasıl olsa Seniha da aynı yaşlarda diye, Seniha'nın sağlık karnesiyle hastaneye de o götürmüş.

    Ankara'ya Ulviye'lerin evine ziyarete geldiği bir gün, Ulus'taki Perakenci Hali'ne gitmiş. Hani belki çocuklara ıvır zıvır bir şeyler alayım diye. Cüzdanının çalındığını farketmiş. Çok üzülmüş, cüzdan bir yana, çocuklara birşey alamadım, diye.

    Babaanne hiç bir zaman ona adıyla hitap edemezdi. İnsan, derdi. Geçen yıl Seniha'ların evinde ben Ulviye'ye İnsaaaan, aa insan! diye seslenince Seniha da şaşırdı. Kemal Amcayla (o da hacı) oturunca çok güzel sohbet ederlerdi. Her ikisi de güngörmüş, bilgili, eski topraktılar. Nur içinde yattıklarına inanırım.

    Not : Geçen yıllarda, eski bir mektup bulduğunu söylüyordun. Onu ve içeriğini de yaz.

    YanıtlaSil
  2. Babamın 31-3-965Çarşamba Medineden yolladığı mektup var.Aslı bende çerçeveli duvarda asılı.Aynı çerçeveli fotokopilerinden ablamlarada yaptırdım verdim.Mektup şahsıma yazıldığı için ablamlar bu mektuba benim kadar önem vermediler demeyelimde, çerçeveleri görmedik diyelim. Blogta tam metin birebir yayınlıyorum.

    YanıtlaSil
  3. Rahmetli büyükbabam çok büyük insandı. Bizler (Ülker ve ben) 8 yaşına kadar(annem ve babamla birlikte) yanlarında büyüdük. Babaannemin de büyükbabamın da bizlerde çok emekleri vardır. Büyükbabamı kaybettiğimizde 12 yaşımdaydım. Dolayısıyla onu ve hatıralarını oldukça iyi hatırlıyorum. Bana okulla ve derslerle ilgili her zaman sorular sorar ve büyük bir insanmışım gibi sabırla dinler, düşüncelerime değer verirdi. Evine, ailesine, çoluğuna, çocuğuna, torunlarına ... böylesi bağlı bir insan daha görmedim desem yalan olmaz! Gerçekten her yönden "Büyükbaba" idi. Öyle bir dedenin torunu olmaktabn ve Zeki Albuz gibi bir babanın oğlu olmaktan her zaman onur duydum. Şimdi ikisi de Bakacakkadı köyünün en güzel yerinde yatıyorlar. Babaannem de yanlarında.. Onlarla birlikte yaşadıklarımı ancak ucundan kenarından anlatmaya çalışıyorum; yoksa kelimeler duygularımı ifade etmeye yetmiyor çoğunlukla. Hepsi de nur için de yatsınlar. Elimizden geldiğince isimlerini yaşatmaya çalışıyor ve soyadımızı onurla taşımaya çalışıyoruz...

    YanıtlaSil