27 Ocak 2010 Çarşamba

GÜLLÜ BAHÇE

12 Eylül askeri darbesinin iyi taraflarından bir tanesi parasız yolculuktur. Oradan oraya götürürler, hiç para talep etmezler, neme lazım haklarını yemeyelim. Bu her zaman askeri araçla olmaz, sivil araçlar da emre amadedir. Öz halamın Kayıkçılar'da oğlu var; mesleği otobüsçülük(sola şiddetli karşıdır), onu bulmuşlar bizleri Devrek'ten Gölcük'e götürme işi için(Parasını alabildimi bilmiyorum). Komutan, askerler ve biz otobüsteyiz. Arkada askeri pikap takip ediyor. Takip aracının kısa bir süre sonra geri döndüğünü gördüm. Gözaltına alıp bırakırken bile yakıtlarının olmadığını, müftülüğün benzinini kullandıklarını söyler yakınırlardı. Kelepçesiz yemek molası, çay molası verilerek muhabbetli bir yolculuk oldu. Halamın oğlu benimle hiç konuşmadı; ben bir laf attım hepsi o. Zaten fazla samimiyetimiz de yoktu halamın oğluyla.

Gölcük Güllü Bahçeye geldik. Bizi getirenler vedalaşıp gittiler. Üstlerimiz arandı, emanete alınan eşyalar belirlendi, evraklar, tutanaklar derken tek sıra onbir kişi malta kapısında durduk. Deniz askeri hapishanesi olduğu için kullanılan terimler gemiyle ilgili. Malta dedikleri koğuşlara giden meydanlık. İsminin sonradan Ergun olduğunu öğrendiğimiz bir başgardiyan bizi koğuşlara yerleştirecek. Sağcılar ayrı koğuşta, solcular ayrı koğuşta, kadınlar ayrı koğuşta...

Başgardiyan bağırarak sordu, Faşist misiniz Komünist mi? Aklıma mukayyet olmakla meşgulken arkadaşlar komünist'iz, dedi. Başgardiyan sekizimizi sağdaki koğuşa götürdü, içeri koyup kapıyı kapattı, geri geldi. Bize tekrar sordu. Komünist misiniz? Evet, dedik. Soldaki koğuşa da bizi sokup koğuşun kapısını kapattı. Sağ ve soldaki koğuşlar büyük, ikisi 150-200 kişi alıyor. Yine sağda ve solda iki de küçük koğuş var karşılıklı. Sağdakinde faşistlerin 30 kişilik koğuşu, solda kadınların 30 kişilik koğuşu var. Cezaevi genelinde 200'e yakın solcuya karşılık 15-20 sağcı.

Kapıda sorulan soru çok sonraları öğretmenlere de sorulacaktı. Ulus ilçesinden iki öğretmen, yaşça benden büyük, Töb-Der yönetiminde olduklarından gözaltına alınmışlar, mahkeme gününden bir gün önce bizim koğuşa getirildiler. 8-9 Aydır yerel hapishanede yatıp duruyorlarmış. Adamlar ağlıyor, resmen ağlıyor. Ne oldu abi, ağlıyacak ne var? Ağlayarak anlattılar: Başgardiyan Ergun onlara da sormuş(7-8 ay önce bize sorduğu gibi)Komünist misiniz, Faşist mi? Biz, demişler komünist de değiliz, faşist de değiliz, Cumhuriyet Halk Partiliyiz. Ergun bunlara birer tokat kaptırmış, ona ağlıyorlar. Ergun için faşistin komünistin önemi yok o hangi koğuşa koyacağını bilmek için soruyor. Askerlik görevini yapan bir bahriye askeri. Ben de CHP üyesi olarak ortadan idare etmeye çalışma, Ergun'un gazabına uğrarsın, diyorum partinin yöneticilerine.

Tutuklama kararına itiraz ettim dilekçeyle. Daha sonra yazının cevabı geldi: İtirazınız reddedilmiştir. Red cevabı yazınıza itiraz ediyorum, diye yazdım. O da reddedildi. Ben bir müddet itirazın reddinin itirazına, diye yazdımsa da başka yazılı cevap vermediler.

Yılbaşında çerez aldırmak serbest. Siparişler cezaevi yönetimine bildirildi,
çerezlerimiz geldi. Hele şükür dansözsüz bir yılbaşı geçirdik. İki ay öncesinden televizyonda dansöz çıkacaktı çıkmayacaktı diye konuşulurdu.

Cezaevinde bana gönderilen mektupları biriktirmiştim: büyük bir hatıra kaynağıydı. Tahliye olacağım gün tamamı dolabımdan yok edilmiş. Kafamdaki anılarımı onlarla tazeleyebilirdim. Benim eşime ve çocuklarıma yazdığım mektuplar eşim tarafından itinayla korunmuş, içlerinde ucu yakılmış olanlar bile var. Benim mektup yazarkenki yüz ifadelerimden evine aşık bir adam (ben evine diyeyim de, siz isterseniz eşine deyin) olduğuma kanaat getiren Aster-İş şube başkanı Cihan abi, dur mektubun ucunu yakalım, demiş, yakmıştık. Kendisini rahmetle anıyorum. 12 Eylül 1980 Askeri darbe anılarından bir çıkabilsem sizleri daha fazla sıkmadan...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder