28 Ocak 2010 Perşembe

KAFA İKİ, KARIŞ BİR

Günümüzde başarılı çocuk, okuyan çocuk olarak anlaşılır. Takdir ve teşekkür getiren çocuklar zayıf getiren çocuklara göre elbette öğrencilikte başarılıdır. Çocukların bir de mahalledeki başarıları vardır ki ana babalar bilmez çocuklarındaki yetenekleri, yeteneksizlikleri.

Şimdi nereden aklına geldi, derseniz, Onuralp (torunum)karne tatili dolayısı ile
bizde.Önünde bilgisayar, oyun oynuyor(Penaltı atıyor), kulağı televizyonda futbol maçı yorumunda. Bir yandan da benimle konuşuyor. Dede sen futbol oynadın mı? Oynadım. İyi oynuyor muydun? Hayır, iyi oynayamadığım için kaleye geçirirlerdi. İyi bir kaleci miydin? Hayır.

Şahin diye bir arkadaşım vardı. Mahalle maçlarında kalemizi o korurdu. Çok iyi bir kaleciydi, Demirspor onun büyümesini bekliyordu. Şahin'in babası da demiryolcuydu. Akşamları cümbüş çalar, rakısını içerdi. Karısının adı Hatice'ydi. Evleri (lojmanları)babamın Kısım 234 Şefliği yazıhanesine çok yakın olduğu için, rakı kokusu, cümbüş sesi gelirdi. Her akşam "Kız Hatice Hatice, kaçalım gel gizlice, el ayak çekilince" şarkısını birkaç kere söyler çalardı. Mahalle arkadaşları olarak bisikletlerle gezmeye gittiğimizde Şahin benim bisikletin arka selesine oturur, istek şarkıları okurdu, sesi de güzeldi. Şahin'in çok kardeşi vardı. Bu aile uşaklı, diye bilinirdi.Ben, çok çocukları var, onun için uşaklı dediklerini sanırdım. Meğer gerçekten Uşak'lıymışlar, sonradan öğrenmiştim. Şahin'in şarkı söylemede üstüne yoktu. Okulda müzik dersinde bile, Şahin şarkı söylesin, derlerdi. Bu dalda başarılıydı.

Lafa futbolla başladık, oynadığımız diğer oyunlarla devam edelim. Kimler başarılıymış görelim.

Karabük 1961-1962. Mahallede topaç salgını var. Ucu kabaralı şimşir, üst kısmı boyalı, ipi özel topaçlar. Topaç satın alabilirsin ama onu layıkıyla çeviremezsin, ustalık ister. İpi bir güzel dolarsın, topacı yere doğru hızla atar, ipini de ona uygun çekersin. Tarifime bakmayın, en kötü topaç çeviren bendim. Topaçın ustası yine Şahin'di. Yarışma yapardık. En sona kalan topaç dönmeye devam ediyorsa birincidir (Drosel reklamı gibi oldu). Bir de topaç kırma müsabakası yapardık. Önce birisi topaçını atar, onun topacı dönerken diğeri o topacın üzerine atar, isabet alan topaç bazen yarılırdı. Bir kırma olmadıysa bu sefer diğeri önce topacını döndürür, onun topacı kırmaya çalışılır, bu böyle devam ederdi.

İkinci bir oyun, cikletten, gofletten çıkan üzerleri numaralı futbolcu resimleri veya artist resimleriydi(imzalıyı bulana hediye verilirdi hatta). Bunlarla alt mı üst mü oynardık ütmecesine. Ben hemen ütülürdüm. Bu işte Şahin ve Bekir iyi oynadıklarından herkesi üterlerdi. Bekir'le oynamaya çekinirdik. Bekir'in babası da benim babam gibi kısım şefiydi. Hem derslerinde, hem mahalledeki oyunlarda başarılı sayılırdı (Kamuda önemli mevkilere geldi sonraları). Ciklet almaktan iflahım kesilirdi. Birkaç gün resim biriktiriyorum, oyuna giriyorum, alt beş derler de bilirlerse beş resim birden gidiyor.

Diğer bir oyun da bilye(mile) oyunu. Bilye oyununu herkes bilir. Kafa iki, karış bir dendi mi, vurursan iki bilye alırsın, şayet vuramaz, karışlayabileceğin kadar yakınına atarsan bir bilye alırsın. Karışta elinin parmak uçları iki bilyeye de deyecek. Karışlarımızı büyütmek için elimize neler yapmazdık ki...

Bilyeyle oynanan mors diye bir oyunumuz daha vardı. Küçük bir üçgen çizilir, üç kişiyle oynandığından her oyuncu üçgenin köşelerine birer bilye koyar, atış yapacakları üç-dört metre mesafedeki atış çizgisine gelir, sırayla atış yaparak oyun başlatılırdı. Sıra için daha önce yapılan atışta kim üçgene yakınsa birinci, daha uzaktaki ikinci, diğeri de üçüncü olur, ona göre atış sırası belirlenirdi. Bilyeleri vurarak çıkartırsan senin olur, senin bilyen üçgenin içinde kalır veya senin bilyenı vururlarsa diskalifiye olursun, aldığın bilyeleri üçgene veya sona kalana bırakırsın.

Bu oyunda da başarısızdım. Satın aldığım bilyeleri arkadaşlarım hemen üterlerdi. Çabuk ütülmemek için yeni bilyelere oynanmış eski bilye veren komisyoncu arkadaşlara gidip 10 yeni bilye verip 20 eski bilye alırdım, yine de ütülmem çok uzun sürmezdi.

Şehir pulları vardı o zaman. Bilye ile puluna da oyun oynardık. Kategoriler damgasız şehir pulu, zarftan sökülme şehir pulu, damgasız damga pulu, damgalı damga pulu olarak ayrılırdı. Iskarta dedikleri atılan pullarla da çömezler oynardı. Mahallenin başarılı çocukları Bekir, Şahin ve Erdogan. Erdoğan Bekir'in küçük kardeşi, abisinin kazanımlarından dolayı sermayesi çok, yenilse bile arkası geliyor. Ben yine başarısızım.

Benim mahallede hiç mi başarı sayılacak bir işim yoktu? Müthiş marangozdum. Boyacılara sandık yapardım. Kendime bile yaptım. Şahin'le fabrika çıkışında
işçi ayakkabısı boyadık. Çok paralar kazandık. Evin haberi bile yok.

Sinema salonu yaptım bahçeye. Giriş ücreti belli sayıda cam kırığı, bakır tel, sarı,demir. Bu topladığım cam ve metalleri istasyonda leblebiciye satar paraya çevirirdim. Film olarak; renkli kesik filmleri perdeye yansıtıyorum büyüterek. Hareketsiz film.

Filmde altyazı varsa altyazılı oluyor tabii dil bilmeyenler için! Sonra mum ışıgında karagöz oynattım. Seslendirme tamamen çocukların ruhunu okşacak türden. Kızlar da gelmişlerse o zaman seslendirme daha usturuplu. Bu da benim başarım sayılır. Birdir birler, uzun eşekler, yakar top, istop, her oyun vardı o oyunlara yatkın olanlarda. Şimdi çocular oyun oynamıyorlar. Çocuğun başarısını mahalledede görmeliyim diyorum ama, kime...

2 yorum: